Sultan KILIÇ
Maraş Kız İlköğretmen Okulu B şubesinden, bildiğim kadarıyla, şu ana kadar iki arkadaşımızı sonsuza kadar kaybettik. Birisi Haney Özdoğan, diğeri de Yüksel Esen.
Haney, Malatya’nın Akçadağ ilçesine bağlı Eski Kepez (Darıca) köyündendi. Babasının ikinci eşindendi. Kardeş sayıları onun üzerindeydi ama Haney’in söylediğine göre öz- üvey ayrımı yaşanmıyordu. Tüm kardeşler öz kardeş olarak yetiştirilmişlerdi. Birbirlerine öyle bağlıydılar.
Haney çok zayıf, uzun boylu; esmer, uzun yüzünde ilk göze çarpan kapkara gözleri ve bembeyaz dişleri olan bir kızdı. Dişleri aşırı beyazdı. Esmer teninde kıpkırmızı ince dudakları ve düzgün bembeyaz dişleriyle göze çarpıyordu. Düzgün sivri burnu, tam da o zayıf yüzüne göreydi. Kaşları ise kalemle çizilmişçesine düzgündü.
Dalgalı siyah saçları omuz hizasındaydı, hep bağlıydı okul kuralları gereği. Bazen de kulak hizasında kestirirdi simsiyah saçlarını.
Oldukça güler yüzlü, cana yakın, yardım severdi Haney. Güvenilirdi, özveriliydi, çalışkandı, dürüsttü, zekiydi, başarılıydı, neşeliydi. Ülke sorunlarını da kendine dert edinen, siyasi duruşu olan (o yaşta ne kadar siyasi duruş olursa artık), okuyan, araştıran biriydi.
Şimdi tam anımsayamıyorum bu sosyetik ad önerisinin kimden geldiğini. Haney’e “Sen bu Haney adını kullanma; fazlaca köylü. Adını Handan olarak değiştir.” demişti. O zaman Haney, boynunu bükerek gülümsemiş, ne onaylamış ne de itiraz etmişti. Yıllar sonra sosyal medyada rastladığımızda Haney, karşımıza Handan Kaplan olarak çıkmıştı. Artık nüfusta mı değiştirmişti, sanal dünyada mı yıllar öncesinde önerilen o adı almıştı, sormadım. Demek ki o zamandan içinde bir yerlere işlemiş. Bense Haney adını sevmiştim, hâlâ da Haney olarak hitap etmeyi tercih ediyorum. Haney’i o güzel ve özel adıyla benimsemiş ve sevmiştim.
Mezhebimizden ve siyasi görüşümüzden dolayı okuldan atılan öğrenciler arasında Haney Özdoğan da vardı.
Okul yıllarından sonra hayat şartları her birimizi bir yana savurdu. Bir daha görmedim Haney’i ta ki bundan dört beş yıl öncesine kadar. Ona da görmek denirse. Facebook’ta rastladım. Çocukları olmuş, torunları olmuş, emekli olmuş. Fotoğraflarına baktım; eski siyah beyazlara ve yenilere. O dal gibi kız gitmiş, yerine hafif şişman, biraz yorgun, biraz bezgin biri gelmiş. Yıllar, hepimizi değiştirdiği gibi Haney’i de değiştirmiş ama hâlâ çok güzel görünüyor. İki şeyin değişmediğini gördüm Haney’de; içi gülen kapkara gözler ve bembeyaz düzgün dişler… Dişleri doğuştan sağlam, ışıl ışıl ve bembeyazdı.
Haney’in özverisi, cebirden hayatımı kurtarmıştı. Maraş Kız İlköğretmen Okulu’nun Cebir Öğretmeni Mehmet Aslan’ı kim unutabilirdi ki? Sınıfa girer girmez, birine takmışsa yıl boyu, her ders ona takardı. Mehmet Aslan’ın bize takmaması için derste adeta soluksuz otururduk. Hele de öksürmek, en büyük felaketimiz olurdu. Soluksuz, yere bakarak korku içerisinde zilin çalmasını beklerdik. Hocayla göz göze gelmemek için hep yere bakardık, tahtaya bile bakmazdık. Dersin yarısı azarlamayla geçerdi, hep aynı lafları yinelerdi.
Sınıf arkadaşlarımızdan Haney Özdoğan’ın cebiri iyiydi, bir de Habibe’nin. Mehmet Aslan, Haney ve Habibe ile tahtada problem çözerdi. Bizler de nefessiz kalırdık teneffüs zili çalıncaya kadar. Böylece cebirden, okuldan, hatta hayattan nefret ettirmişti çoğumuzu.
Hatta Haney’in özverisi ve yürekliliği sayesinde cebirden geçer not alabilmiştim. Haney’in yaptığı, Mehmet Aslan gibi saplantılı birinin öfkesine, benim uğruma kendini ateşe atması, benim için çok ama çok değerlidir hâlâ.
Haney, kendi sınav kâğıdına benim adımı yazdı; ben de sınav kâğıdıma Haney’in adını yazdım, öyle anlaşmıştık. Haney, soruları yüzde yüz çözmeyecekti. Beni kurtaracak bir geçer not almamı sağlayacak kadar çözecekti. Yoksa işin içinde başka şeyler olduğundan kuşkulanabilirdi hoca. Şimdiye kadar geçer not alamamış olan ben, birdenbire nasıl olur da tam not alabilirdim? Ben de Haney adına elimden geleni yapacaktım. Elimden gelense zayıf not almaktı. Geçer not alabilseydin zaten bu tehlikeli yola başvurmazdık. Ben Haney’e zayıf not aldırdım doğal olarak, Haney de benim sınıf geçmemi sağladı. Geçer not beşse, ben ancak dört alabilmiştim. Haney’i yoldan çıkaran, bu hileye onu razı eden, bu hileye muhtaç olan bendim…
Ve bir gün baktım, ailesinden Haney’in aramızdan sonsuza kadar ayrıldığını bildiren bir ilanın fotoğrafı. Son yıllarda kanserle mücadele ediyormuş. Onu kaybettikten sonra öğrendim kansere yenik düştüğünü. Oysa ne kadar sağlıklıydı, çelik gibiydi okuldayken. Yani on beş- on altı yaşlarındayken.
Bedenimden bir uzvum koptu sanki. Yüreğimin bir köşesi kasılıp kavruldu. Eksildim bu dünyada. Haney’i kırk yılı aşkın süredir görmüyor olsam da bu dünyada bir yerlerde soluk aldığını biliyordum. Bir gün görebilme umudum vardı. Ölüm haberi, umudumuzu yok ediyormuş onu anladım.
Lütfen, hakkını helal et sevgili Haney. Ruhun incinmesin, huzurlu uyu sonsuza kadar…
“Ne yar kokulu rüzgâr,
ne çiçek, ne dal kaldı,
o şahane günlerden
sade bir masal kaldı”
Şemsi Belli
Kaybettiğimiz diğer sınıf arkadaşımız ise Malatya’nın Akçadağ ilçesine bağlı Ören kasabasından Yüksel Esen. Yüksel de kanserden dolayı 2003 yılında aramızdan ayrılmış.
Yüksel de bizimle birlikte okuldan atılanlardandı. Onu da okuldan ayrıldıktan sonra hiç görmemiştim. Face hesapları yokken, çok erken ayrılmış aramızdan. Sosyal medyadaki ortak arkadaşlarımızdan öğrenmiştim Yüksel Esen’in de kanserle mücadele ettiğini ve erken yaşlarda aramızdan ebediyen ayrıldığını.
Yüksel, bizden birkaç yaş büyüktü; okula geç mi başlamıştı yoksa sınıfta mı kalmıştı sormamıştım. O yaşlarda birbirimize çok şey sormazdık sanırım. Ya da ben sormazdım. Karşımdakinin anlattığıyla yetinirdim.
Yüksel de uzun boyluydu. Sınıfımızdaki Malatyalıların en kısaları ben, Hekimhanlı Sevim Sarıbaş, Zeynep Erdem ve Malatyalı Osena Öznacar’dık.
Yüksel Esen, beyaz tenli, sarı dümdüz saçlı, hafif balıketinde biriydi. Yüzü soluk, dudakları neredeyse beyaza yakın renksizdi. Bu durumun hangi hastalığın belirtisi olabileceğini merak edecek yaşta değildik elbet. O yıllar kalın çerçeveli, renkli camlı gözlükler mi modaydı ki Yüksel de oval kalın çerçeveli, renkli camlı numaralı gözlük kullanıyordu. Gözleri aşırı zorlandığından belki de göz kapakları hep şişti. Küçük yaştan beri kullandığından olsa gerek çoğu geceler gözlüğü gözünde uyurdu Yüksel.
Nöbetçi öğretmen Gül (Gülsen Tosun) Hanımsa, ölü taklidi yapardık. Daha okulun sözlü sınavını kazandığımızı öğrendiğimiz gün korkutulmuştuk Gül Hanımla. Maraş Kız İlköğretmen Okulu’nun kayıtlı öğrencileri, biz yeni kayıt olacaklara güya yardımcı oluyorlardı. Sabun, havlu, diş fırçası- macunu, dolap örtüsü, terlik, pijama getirin evinizden, diyorlardı önce. Hemen ardından Mesude Hanımın hırçınlığını, Mehmet Aslan Beyin saplantılı azarlamalarını, Gülsen Hanımın saldırganlığını bir güzel anlatır; peşin peşin sindirilmemizi sağlarlardı farkında olmayarak. Yaşayarak görecektik söylenenlerin doğruluğunu.
Nöbetçi öğretmen, akşamları yatakhanede yatmayan var mı, diye dolaşır. Sabahleyin de kalkmayan var mı diye dolaşırdı. Gülsen Hanım, bir sabah bizim yatakhaneye dalmıştı. Bizler de bir an önce hazırlanıp sabah etüdüne koşma telaşındayız zaten. Bağırmazsa yatakhaneden çıkmayacakmışız gibi alışkanlıkla ortalığa bağırdı. Gülsen Hanım, en küçük sese aşırı tepki verir. Bağırır çağırır, öğrencilere hakaret ederdi.
Örenli Yüksel Esen, Gül Hanıma bir çemkirdi: ‘Ne diye bizi azarlıyorsunuz? Görüyorsunuz ki biz de yatakhaneden bir an önce çıkmak için uğraşıyoruz. Bize bağırmaya hakkınız yok!’ diye öyle kararlı, kendine güvenli bir şekilde Gül Hanımın karşısında diklendi ki… Gül Hanım, neye uğradığını şaşırdı. Yanmış kavrulmuş pamuk gibi oldu. Topuklarının üzerinde tam bir pergel dönüşü yaptı. Sırtını dönerek derhal oradan ayrıldı.
“Benim acım acıların beyidir
Canıma bir doru kısrakla gelir
Öfkeyi sabırda eritir
Umut yer
Suyunu gözümden içer bir zaman
Dağlar of dağlar”
Gülten Akın
Üç yılımızı paylaştığımız ilk gençlik arkadaşlarımdan, sınıf arkadaşlarımdan sonsuza dek ayrılmış olmak. Kırk küsur yıl hiç görüşemeden onları kaybetmek. Onların ölüm haberini almak… O güzel çocukluk- gençlik yıllarımdan özenle korunan güzel şeylerin kör bıçakla kesilmesi gibi acı verdi bana.
“Herkesin bir gideni vardır.
İçinden bir türlü uğurlayamadığı…”
Turgut Uyar
sultankilic44@hotmail.com
17 Ocak 2017 at 19:11
Haney Keller li değil kepez li bilesin istedim. Keller li olan Elif Erdoğdu dur.
17 Ocak 2017 at 19:29
Teşekkürler, hemen düzelteyim.