Sultan KILIÇ
Gün doğumu, Atmanki dağlarında, çaşırların arasında…
Telaşla kalkıyorum. Yataklardaki çocuklara basmamaya özen göstererek yer yataklarının arasından geçiyorum. Çadırın, kapı niyetine kullanılan açıklığından dışarı bakıyorum. Saat dört; ay, masal ülkesine gizemli havasını katmış. Rüzgâr uğulduyor, yıldızlar yanıp sönüyor. Sürü, yerinde yatıyor.
Sürüyü gözden kaçırmamalıyım. Yaylıma giderken sürüyü görüntülemeliyim. Ağustos ayında Malatya’da sıcaktan uyunmazken, Arguvan’ın Atmanki dağlarının Çakmak yaylalarında dondurucu bir soğuk var. Titreyerek yatağıma dönüyorum. Yün yorganda bile üşünüyor.
Bir süre sonra horoz, aralıksız ötüyor. Hah, işte bu; köy yaşamı, bana göre horoz sesidir, diyorum. Azzet bibi de uyanıyor. Kat kat giyinip çadırdan çıkıyoruz. Sürü de hareketleniyor. Koyun çanlarının hüzün veren sesi, vadiye yayılıyor. Çobanlar, azık torbalarını omuzlarına takarak sürüyü dağlara yöneltiyorlar. Biz de arkalarından dağa tırmanıyoruz.
Azzet bibi bana ileniyor: “Şu senin ille her bi şeyi görüp de yazacağım, demelerin yoh mu? Herkeş gibi evinde otursan da iresimlere baha baha yazsan. İntenet midir nedir işde ona baharah yazsan.
Gazataları büle oturduhları yerde hazırlıymış zamane gazatacıları. İnternetten alıp alıp gazata yapıylarımış. Sen de eyle yapsan olmaz mı? Yoh, ille gözümünen görüp yaşayacam ki yazam, deyisin. Dağlardan yuvalanacağım da parçamı bulamıyacahsığız gurban.” diyor soluk soluğa.
Bir keçiyle üç koyun, önce topallıyor, sonra oldukları yere yatıyor. Çobanlarla kadın ve genç kızlar, şaptan hastalanarak yürüyemeyen bu hayvanları, komdakilerin yanına götürüyor. Sürüyü, çoban hey heyleri, çıngırak sesleri arasında dağın öteki yüzüne aşırıyoruz. Sürünün sadık dostu köpekler Pane, Çano ve Toraman da kuyruklarını keyifle sallayarak sürünün çevresinde koşuyorlar.
GÖLLERDE DENİZ ARARKEN ÇAVLANDA NEHİR KURUTTUM
Azzet bibiyi ısrarla karşı dağa yöneltiyorum. Meşelerin arasında öbek öbek kevenler var. Hava serin olduğundan kevenler, henüz kurumamış. Taşlardan, kevenlerden atlaya atlaya yürürken bir güzel Arguvan havası inliyor dağlarda. Fonda koyun çanları ve doğmak üzere olan güneş. Ufuk çizgisi kızarıyor, yavaşça başını dağların doruklarından çıkarıyor güneş. Çaşırların arasından daha da güzel izleniyor Atmanki dağlarının gün doğumu.
Helken ufah, gollarığa dahsana
İki yeri bir geriye bahsana
Ne çekersin o çirkinin gahrını
Başın alıp Arguvan’a gelsene
Başın alıp Malete’ye gelsene
Çobanın sesi yankılanıyor dağlarda. Azzet bibi, başındaki, alacalı çarşafını bir kayanın üstüne koyup oturuyor oracığa. Koyun çanları eşliğinde Azzet bibi de başlıyor bir Arguvan türküsüne:
Beylerderesi’nden aşdım gediği
Gutmu gumaş fisdan yarin geydiği
Herkeşin yanında gezer sevdüğü
Kör olası gader ayırdı bizi
Gurban olam naz etme
Sabahınan esen seher yeli mi
Benim göğnüm divana mı deli mi
Durup durup yar, göğsünü geçirir
Yohsa bögün ayrılığın günü mü
Gurban olam ben neydem
Mendil almış yar gözlerin siliyi
Gadan alam naz etme
Esme deli boyraz gumlar savrulur
Yâre geden gemilerim devrülür
Yardan ayrılmışım başım çevrülür
Kör olası gader ayırdı bizi
Gurban olam naz etme
Ne yapıyorsun? Ya çoban, kendisine mani attığını zannederse, diyorum. Amaaan, ne sayarsa saysın. Garibim, şurda bir insan sesi duymuş. Daha nerde duyacah köye enene gader. Elleme teselli olsun garibim, diyerek gülüyor.
Sonra da: “ Sen şimdi, şeherlilerin fesat aklıynan beyle gonuşdun deel mi? Göl dağlarının, Yama dağlarının, Atmanki dağlarının, Çakmak yaylasının insanları; aha şu keven gader temiz, gayalar gader sağlam, şu torpah gader çilelidir. Şeherliler gibi gafası hep şeytanlığa, fesatlığa çalışmaz. Dümdüzdür buraların adamları. Bunu eyi belle çağam.” diyerek ömrümün dersini veriyor bana.
Not: Yazarın izni olmaksızın yazı ve fotoğrafları kullanılamaz.
sultankilic44@hotmail.com
